Reis Sedat Peker Hedef Turan
  Sedat Peker'den Öztürkler Ailesine [30.01.2007]
 

Mensubu olmaktan onur duyduğum saygıdeğer Öztürkler Ailesi.

Daha önceki mektubumda da belirttiğim gibi, muhabbetimize kaldığımız yerden devam edebilmek için mahkemeye çıkmadan önce bu son mektubumu kaleme alıyorum.

Yazmış olduğum bu mektup tahminime göre Salı günü sitemizde yerini almış olur. Mahkeme ile ilgili konulara bu mektubumda değinme gereğini hissetmiyorum ancak, ille de bir şey söylemek gerekirse, hakkımızda hayırlısı ne ise, o olsun diliyorum.

Bir önceki mektubumda belirttiğim üzere bu sefer ki muhabbetimizin konusu, Orta Doğu’da yaşananlar; Youtube’de ve Kürtçü, Ermeni sitelerinde hakkımızda edilen küfürlere söyleyeceklerim olacaktır.

Tabi ki son günlerde ülke gündemini meşgul eden Hırant Dink cinayeti ve merhum başbakanlardan Adnan Menderes ile ilgili de düşüncelerimi söylemek isterim.

Ben de herkesin yaptığı gibi, çocukluğumu ve yaşadığım eski günleri çokça hayal eder, kendi iç dünyamda yolculuklar yaparım. Tabi ki çocukluk çağlarını düşündüğümde aklıma gelen ilk şeylerden biri, Pazar günleri saat 11:00’de başlayan kovboy sinemasının oynadığı zamanlardaki anılarım oluyor. (Zannederim ki bizim yaş kuşağının gelmesini sabırsızlıkla beklediği an, genelde bu andı.)

Film bittikten sonra bütün çocuklar sokağa çıkar, oyuncak silahlarımızla kovboyculuk oynardık. Genelde kimse Kızılderili olmayı tercih etmezdi. Filmdeki esas kişi olmak için kovboyluk tercih edilirdi. Tabi ki bu genellemenin içine girmeyen farklı ve aykırı tipler vardı. Büyük bir gururla söylemek isterim ki, bende bu aykırı tiplerden biriydim.

Sayımız çok az olmasına rağmen, genelde (oyunda tercihini Kızılderili olmak için kullanan) biz kazanırdık. Ben ve birkaç arkadaşımın oyunda Kızılderili olmayı seçmesi bilinçli bir şey değildi. Biraz önce de belirttiğim gibi, bu sadece aykırı olabilmek adınaydı.

Bizi, bizden önceki ve sonraki nesilleri, hep Kızılderili düşmanı olarak yetiştirdiler. Kızılderililer çok kötü, zalim, kafa derisi yüzen, çocukları öldüren kimselerdi. Beyaz adamlar ise çocukları ve yaşlıları kurtaran, iyiliksever kahramanlardı.

Şu an sahip olduğum bilgilerden dolayı, o oyunlarda Kızılderili olmayı tercih ettiğim için her zaman kendimden razı oldum ve onur duydum. Kızılderililer hakkında öğrendiğim şeylerle ile ilgili sizlere bir-iki örnek vermek isterim.
Bir Kızılderili öğretisi şöyle der: “Tanrım, yarın savaş alanında karşılaşacağım düşmanıma da onur, cesaret ve bilgelik nasip et, böylelikle yarın ki savaşın galibi ben olursam elde ettiğim galibiyetten utanç duymayarak savaş alanından ayrılayım.”

Yukarıda söylemiş olduğum dua, Kızılderililerin düşmanları için istedikleridir. Bütün insanlık için istedikleri ise tüm insanlar tarafından öğrenildiğinde, dünyanın en iyi, en bilgiç çevreci konuşması olarak onaylanmış ve tarihe geçmiştir.

Düşmanlarına dua eden, dünyadaki her şeyin bir ruhu olduğuna inanan bu insanları, tabiri caizse, katlettiler. Kalan yerlilere de küçük bir yer gösterip daha sonra da hepsini içkiye alıştırarak yaşam şanslarını ellerinden aldılar ve tüm dünyada da çevirdikleri kovboy filmleri sayesinde, Kızılderilileri kötü olarak tanıttılar. Burada, bence ortaya çıkan en önemli unsurlardan biri, film sektörünün, televizyonların, gazetelerin ne kadar önemli olduğudur. Muhabbetimizin ilerleyen bölümlerinde bu konulara tekrar değineceğim (film, televizyon, gazete) ancak, şimdi Orta Asya’daki Öztürk kültürüyle bu Kızılderili kültürünün benzerliğini anlatmaya çalışmak istiyorum.

Bizim kültürümüzün, Arap, Grek, Roma, Slav, Ermeni, Rum kültürlerinin etkisinde kalmadan, yani kendi öz benliğini kaybetmeden önceki sahip olduğu en büyük olgu onur kavramıydı.

Bir ırkın kültürünün, diğer ırkların kültüründen etkilenmesini zenginlik olarak kabul edenlerdenim.(Ancak kendi olmazsa olmazlarından vazgeçmemek şartı ile) Bizim kültürümüzün diğer ırkların kültüründen etkilenmesini bir kenara bırakalım, ortada bir TÜRK kültürü kalmamıştır.

Osmanlı’nın en şanlı dönemlerinden sonraki devrelerinde, iç oğlanlığı sistemi ile yerleştirilen devşirme çocuklar, vezirlik, sadrazamlık gibi tüm üst kademeleri belli bir sistem içerisinde ele geçirmiş, adeta Türk kültürünü tamamen yok etmişlerdir.Tabi ki Türk kültürü yok edilirken, bu devşirme yöneticilere en büyük destek hemen hemen hiç biri Türk olmayan padişah analarından gelmiştir.

Ortadaki sonuç ise hepimizin malumu olan şu an toplumumuzu yöneten kültürdür. Bazı yazarlarımız, Türk kültüründe pusuculuk vardır, yani düşmanını gizlenerek arkadan vurmak vardır, Fransa da şövalye kültürü vardır, diyerek Fransız kültürünü överler ancak, bu insanların bilmediği şey, pusu kültürü Türk kültürünün parçası değildir. Öz Türk kültüründe düşmana hasıma meydan okuma vardır, dövüşe davet etmek vardır. Bu soylu kültürü biz uygularken, o tarihlerde belirgin olan kültürlerin içinde, yani Çin kültüründe, Hint kültüründe, Arap kültüründe, Avrupa kültüründe kısacası hepsinde pusu kültürü hakimdi.

Zaten birçok bilim adamının kanıtladığı tezler, Bering Boğazının donmasıyla, Asya’dan Amerika kıtasına yürüyerek geçen kişilerin Kızılderili halkını oluşturduğu yani Kızılderililerin Türk olduğudur. Kızılderililerle Orta Asya yani Öztürklerin birçok şeyi birbirine benzemektedir. Çok eski tarihlerde mağaralarına çizmiş oldukları halı desenlerinden tutunda konuşmalarındaki birçok sözcüğe kadar... Peki, ne olmuştur da, onur kavramına bu kadar bağlı olan Türk kültürü yok olma derecesine gelmiştir? Neden bu mücadeleyi onurlu olanlar değil de sadece kara kıta Afrikası’nda milyonlarca insanı açlıktan ölmeye mahkum edenler, para için dünyanın ekolojik düzenini yok etmeyi göze alan aşağılık canlılar, nasıl olmuş da bu mücadeleyi kazanmışlardır. Bu sorunun cevabı tabi ki çok kolaydır. (Şeytani planlarıyla) Tüm dünya insanlığını da bir şekilde kendilerine köle yapmışlardır. Bizim buna itirazımız var, bu düzeni kabul etmemiz mümkün değildir diyoruz; ancak neticeye ulaşabilmek için acaba neler yapıyoruz? Haklarımızı ellerinde tutan insanlar kadar güçlü olabilmek adına yapılabilecek bence tek şey akıllı olmak, hem de çok akıllı olmaktır. Para kazanmayı bir Yahudi kadar istemeliyiz. Teknolojiye de bir Japon kadar hakim olmalıyız. Mason teşkilatları kadar birbirimize bağlı, İngilizler ve Amerikalılar kadar da politik olmalıyız. Kendimiz bunu beceremiyorsak, çocuklarımızın beyinlerini bu şekilde doldurmalıyız.

Milletlerin tarihleri insan tarihi gibi değildir. Çok ama çok uzundur, tarih boyunca hiç bir devleti olmamış, Firavunun köleliğini yapan Yahudiler üşenmeden, sıkılmadan ideallerini çocuklarına anlatmış, onlar da kendi çocuklarına anlatmışlardır. (Galiba şuan ki netice beni doğrulamaktadır.) Yoksa Yahudilerin nüfusu yirmi milyon bile değilken altı milyarlık dünyayı yönetmelerini başka türlü nasıl açıklayabiliriz? Orta Doğu’yu anlatırken bu konuya tekrar değineceğim.

Biraz önce anlatmış olduğum, düşmanına dahi saygı ile yaklaşan bir kültürün parçası olan biz Türklerin içinden bir tanesi, dönemin başbakanının idamından önce makatına parmağını sokarak, sözde prostat kontrolü yapıyor, ben şahsen Adnan Menderes’i seven bir insanım ancak, benim isyanım hakkında idam kararı verilmesine, kendisinin asılmasına değildir. Gönül isterdi ki idam olayı da yaşanmasın ancak, bütün milletlerin tarihinde bu tip haksız kararlar maalesef ki mevcuttur. Buraya kadar her şey gayet normal diyebiliriz. Ölüme giden bir insana bu nasıl yapılabilir? Bunu yapan kişi nasıl Türk olabilir? Ben kendi adıma, inandığım tüm değerlerim üzerine yemin edebilirim ki o kişi Türk değildir. Çünkü hangi düşük kültürün etkisinde kalırsa kalsın, her ne kadar kötü olursa olsun Türk genetiğine sahip olan bir insan, düşmanı dahi olsa (kaldı ki eski başbakan) bu iğrençliği yapmaz.

Bizim kültürümüzde böyle bir onursuzluk yoktur, bizim kültürümüzde düşmana dahi saygı göstermek vardır. Tıpkı muhabbetimizin başında anlatmış olduğum Kızılderili duasında olduğu gibi…

Her düşündüğümde sinirlerimi yıpratan bu olaydan, son günlerde gündemi işgal eden gazeteci Hırant Dink’in öldürülmesi olayına gelmek istiyorum.

Olayı gerçekleştiren şahısların kişisel doğruları bu yönde olabilir. Ancak, bana göre, bu şahsın öldürülmesi kadar, Türklüğe Türkçülüğe zarar getirecek başka bir şey yapılamazdı.Yani bütün dünyadaki Türk düşmanları bir araya toplansa, nasıl bir şey yapalım da Türkiye’de oluşmaya başlayan Türklük bilincine zarar verelim diye düşünselerdi dahi bunun kadar etkili bir olay planlayamazlardı.

Her zaman diyorum ya, ne yaparsak yapalım ancak aklın rehberliğinde yapalım. Allah’tan, cinayetin olduğu bir-iki günde oluşan duygusallıktan ilkin fark edilemeyenler yavaş yavaş insanlar tarafından fark edildi.(Böylelikle bazı oyunlar bozuldu).

Daha sonra ki günlerde fark edilen bence en önemli şey, cenazede bir tane dahi Türk bayrağının olmayışı idi. Olayı yapanlar yakalandığı halde, bu kişilerin devlet görevlisi olmadığı, devlet ile ilgisi olmadığı halde atılan iki slogandan biri ‘katil devlet hesap verecek’ti. Buradan da anlaşılacağı üzere, bu insanların sorunu bizim bayrağımız ve devletimizledir.

Bütün gazeteciler, televizyoncular ısrarlı bir şekilde, ‘Yazının tüm metnini okumadığınız için yanlış yorumluyorsunuz, Hırant öyle demedi, Türk’ün pis kanı demedi’ diyorlar. Ben de kendi kendime diyorum ki, Yargıtay’a seçilmiş hakimler bu mesleğin duayenidirler, onların gözünden böyle bir şey kaçmaz. Yargıtay verilen cezayı yerinde bulduğu gibi, ertelenmesine muhalefet etmiş, yani cezanın uygulanması yönünde kanaat bildirmiştir. Bunları düşünürken, televizyonlarda ise devamlı bu yazının tamamı okunduğunda Türkün pis kanı anlamı çıkmıyor diye birçok gazetecinin yorumunu dinliyordum. Allah da biliyor ya, aklım gerçekten çok karışmıştı, gerçi aklımın karışıklığı çok uzun sürmedi. Çünkü doğru cevabı bulmama ölen şahsın kızı yardımcı oldu. Bağırarak söylediği söz şuydu, net olarak kulaklarım ile duydum. “Ne oldu öldürdünüz, pis kanınız temizlendi mi?’’ diyordu. Buradan ortaya çıkan netice ise, bunların bizim kanımızın pis olduğu yönünde zaten hem fikir olduklarıdır. İşin diğer komik tarafı ise, bazı gazeteciler o sözleri babasının ölüsünü görünce şok halinde iken söyledi, bilinçli söylemedi diyorlar. Psikolojide öğretildiğine göre, (en azından ben öyle hatırlıyorum), insanlar içlerindeki gerçek düşünceyi bu şekilde, şok anlarında söylerlermiş.

Tabi ki bu dediklerimden öldüğüne sevindiğim anlamı asla çıkmasın, ölen her insan için ne kadar üzüldüysem, o kadar üzüldüm. Bir de diyorlar ki, ayakkabısının altı yırtıkmış, bu çok büyük bir ayrıcalıksa, bu ülkede ayakkabısı olmayan insanlar, hatta ve hatta sakat olduğu halde ayağına takacak protezi olmayanlar ölüyor.(Keşke Hırant Dink’e üzüldüğümüz kadar bu garip vatandaşlarımıza da üzülsek.)

Bana sorularsa Hırant Dink ve onun gibi insanlara düşmanlığı olanların bile, eğer bu ülkeyi seviyorlarsa, düşmanlıklarını bir kenara bırakıp, ellerinden geliyorsa onlara korumalık, muhafızlık dahi yapmaları gerekir.

Sizlerle muhabbet edebilmek adına ilk yazmış olduğum mektupta, mutlak yazmak istediğim ancak bazı aksiliklerden dolayı yazamadığım Organize Şube Müdürlüğündeki eski ve yeni bazı yöneticiler ile yaşadığım sözlü ve yazılı diyalogları, Youtube’de hakkımda yayınlanan küfürlü klipleri, bu mektubumda tarafsız bir şekilde tüm yalınlığı ile anlatacağım. Anlatarak sizin takdirinize bırakacağım… Öyle ya, her insanın yorumu mutlaka farklı olacaktır.

Öncelikle şunu belirtmek isterim, şuan yaşamış olduğum hayat biçimi benim kendi tercihimdir. Bunu da zaten her zaman belirttim, bu yüzden yaşadığım hiç bir şeyden yakınmadım çünkü TARAF olmanın sorumluluğunu bilerek bu yönde tercih yaptım. Benim taraf olduğum değerlerin karşısında olan veya karşısında olmasa da taraf olabilmenin erdemini anlamayan insanların her zaman var olacağını ve bu insanların ellerinde imkan olduğu takdirde beni yok edebilmek adına her şeyi yapacaklarını biliyordum.

Benim taraf olduğum değerlerin karşısında olan insanlara söylediğim tek söz; ‘aynı tarafta olmayabiliriz, bu gayet normal ancak, inandığım değerlere taraf olmadığı gibi, inandığım değerleri gizli veya açık olarak yok etmeye çalışanları mutlaka bertaraf ederim.’ cümlesidir.

Mektup yazan arkadaşlarımız, benimle ilgili edilen küfürler için üzüldüklerini söylemişler. Söylemelerine bile gerek yok, zaten ben bunun böyle olduğunu anlayabiliyorum, ancak bu kardeşlerimize söylemek istediğim tek şey şudur; ‘Kesinlikle üzülmesinler, küfürler yaptıklarımızın doğru olduğunun göstergesidir, eğer onursuz insanlar tarafından şahsımıza küfür değil de iltifat işitseydik bana kalırsa gerçek üzülme sebebimiz bu olurdu. O zaman biz taraf olmanın erdemini yerine getirememiş olurduk, bütün herkese mavi boncuk dağıtan, herkesle arasını iyi tutan ilkesiz yaratıklarla aynı olurduk.’

Eski Atasözlerimizden bir tanesinde şöyle der; “Yaptıklarıyla ardından bütün köpekleri havlatamayan kurt, kurt değildir”

Şükürler olsun ki, yaşadığım her dönem, yaptığım her olayda bütün köpekleri arkamdan havlattım, hatta o kadar çok havladılar ki, birçok dönem sesleri bile kısıldı. Şu an hala havlamaya devam edenlere söyleyeceğim tek söz ise, ‘her kimseniz, ve neredeyseniz sizlerinde sesi kısılacaktır’.

Paylaşıldıkça çoğalan tek şey sevgidir. Yaşayan bütün insanlar sevilmek ister, sevgi evrendeki en güzel şeydir. Yaşamın gıdasıdır. Herkesin sevilmek isteyebileceği gibi, bende sevilmek isterim, ancak benim sevgi konusunda da kıstaslarım vardır. Ben şahsımı herkesin sevmesini hiçbir zaman istemedim, sadece onurlu ve iyi insanların sevgisine talip oldum.

Bütün herkesin sevgisine talip olsaydım harcamış olduğum, dağıtmış olduğum paralarla bütün illere, ilçelere hatta mahallelere şekerlemeci dükkanı açar, oradan bütün insanlara ikramlarda bulunur, bu yaşımda herkesin ‘Şekerci Ağabeyi’, gelecekte de ‘Şekerci Amcası’ olarak anılmaya talip olurdum. Ancak, şekerci ağabey olmak hiçbir zaman benim tercihim olmadı, benim yaradılışımda taraf olmak, taraf olduğu değerler içinde savaşmak vardı, bundan sonra anlatacağım satırlara kişisel yorum katmamaya gayret edeceğim. Çünkü bu olayları yaşayanlardan biri de bendim. Olayları yalın bir şekilde anlatarak, takdiri de bu muhabbeti benimle paylaşan sizlere bırakacağım.

Polisler tarafından operasyon yapılıp gözaltına alınmadan önce, Yusuf Altay isimli, PKK adına para toplamaktan sabıkalı bir kişinin eşi tarafından uyarıldım ve bu kişinin organize şube müdürlüğünde görev yapan bazı üst derecedeki yetkililerle beraber şahsımdan menfaat temin etmek amaçlı komplo düzenleyeceklerini öğrendim. Bunun üzerine polis soruşturmalarına bakan Fatih Savcılığı’na giderek şikayette bulundum. Yapmış olduğum şikayetten dolayı tahkikat devam ederken, başka bir savcılıkça hakkımda aleyhte bir karar çıkarılmaması için de tüm Türkiye’deki il ve ilçe Başsavcılıklarına avukatım vasıtasıyla bildiri amaçlı faks çektim. Bunların haricinde yine tedbir olarak, tüm Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcılarına tek tek bilgilendirme amaçlı mektup yazdım. Mektubumun kısaca konusu şu yöndeydi; ‘Yusuf Altay ve bazı organize şube müdürlüğü görevlilerinin şahsıma komplo düzenleyeceklerini, bu yüzden dolayı haklarında şikayetlerim olduğunu, kendilerini kurtarabilmek adına şahsıma bir operasyon tertipleyebileceklerini, hakkımda aleyhte karar çıkarılmak istenirse bunun sebebinin biraz önce anlattıklarım olduğunu belirtmiştim. Daha sonra yaşanan bazı şeyler zaten kamuoyunun önünde cereyan etti. Zannediyorum ki bu şikayetlerimin intikamını almak amacıyla ben cezaevine girdikten sonra dosyanın içindeki bazı telefon konuşmalarını basında yayınlatmaya başladılar.

Bu konuşmaların açılımı, bir şahsın kadın satıcısıyla yaptığı konuşmalardan ibaretti, konuşmayı yapan ben değilim, konuşmalarda benim ismim geçmiyor, sadece konuşmalarda ‘baba’ diye geçen kişinin ben olduğumu söylüyorlar, gazete haberini de o şekilde yaptırmışlar.

Tabi ki bu olayı avukat arkadaşlarımla tartıştım, sizce ne yapmamız gerekir dedim. Onların cevabı, herhangi bir şey yapmamamız yönünde oldu. Kendileriyle aynı görüşte olmadığımı belirterek Organize Şube Müdürü Ayhan Buran’ın şahsına bir mektup yazdım. Mektubumda kendisine sorduğum soru şu idi; farz edelim ki bahsi geçen Rus kadınlarla beraber olan kişi benim, bunu insanlara göstererek beni mahcup edeceğinizi mi zannettiniz?

Diyelim ki bu mahcup olunacak bir şey, ancak bu mahcubiyetin büyüğünün sizin şahsınıza ait olması gerekir, çünkü organize şube müdürü olmadan önce siz Fatih İlçe Emniyet Müdürüydünüz, yayınlanan telefon konuşmalarının tarihine bakıldığında sizin o tarihte Fatih İlçe Emniyet Müdürü olduğunuz görülüyor. İstanbul’daki hayat kadınlarının hemen hemen hepsi Aksaray’dadır. En çok kadının olduğu yer ise duyduğuma göre Emniyet Müdürlüğü binasının iki üç bina yan tarafındadır. Her gece 200-300 araba sizin gözünüzün önünde gelip o bayanları oradan alıp gidiyorlar, acaba ayıbın büyüğü yapanlara mı yoksa 2-3 bina bitişiğinde bu işin yapılmasına izin veren Emniyet Müdürüne mi aittir? diye sordum.

Mektubu yazdıktan sonra altına imzamı atıp resmi yollardan APS olarak kendisine gönderdim, yaşamış olduğum bu olayı da dilekçe olarak hazırlayıp avukatım vasıtasıyla mahkemeye ibraz ettim, yani yazdığım mektubumun arkasında durdum ve sahiplendim.

Avukat arkadaşlarım mektubu emniyete yollamamam için ısrar ettiler, mahkemeye de böyle bir dilekçe yollamamam için ısrarlarını sürdürdüler. Israrlarını önemsemeyerek biraz önce belirttiğim gibi hem müdürün kendisine, hem de dosyama eklenmek üzere mahkemeye dilekçemi sundum.

Tekrar gözaltına alındığımız zamana dönmek istiyorum. Nöbetçi Hakimin bizi serbest bırakması üzerine Şube Müdürü’nün telefonunu duvara atarak kırdığını gazetelerde okumuşsunuzdur. Dosyadaki telefon konuşmalarını kanun dışı olduğu halde gazetelerde yayınlatan kişi de aynı kişidir.Tabi ki mektubu yolladıktan sonra karşılığında bir şeyler yapacaklarını zaten bekliyordum, ancak kaliteyi bu kadar düşürebileceklerini Allah da biliyor ya, zannetmiyordum.

Sözde bana karşı yapılan operasyonların ikinci, üçüncü, dördüncü ayağı diye bir şeyler çıkararak beni tanıyan herkesi gözaltına almaya başladılar. Bunlardan bir tanesi de çocuğunun kirvesi olduğum çok kıymetli bir dostumdu, bu dostuma şöyle demişler; Sedat PEKER seni düzüyor mu? Tabi bu arkadaşımız hayatı boyunca polise düşmemiş çok da değerli bir insan. Daha sonra başkalarına bunları anlatırken söylediği söz, ‘Ben daha önceleri devletin polisi var diye geceleri rahatça yatıyordum. Bu insanları gördükten sonra ne evimde rahat yatarım, ne de bunların Allah bir dediğine inanırım.’

Yine aynı günlerde manevi evlatlarımdan, manevi kardeşlerimden biri olarak bilinen bir şahsı da gözaltına almışlardı. Koskoca devletin şube müdürü, bizzat bu kardeşimize Sedat PEKER'i niye bu kadar çok seviyorsun, seni düzüyor mu? diyor.

Bunu söyleyen normal bir polis değil, lütfen dikkat edin! Ülkedeki en önemli şubenin müdürü… Bir de ben kelimeyi düzüyor olarak kullanıyorum, ancak şahsın sorarken söylediği çok daha iğrenç bir şekilde oluyor. Bu mektuplarımı bayan arkadaşlarımızın da okuduğunu bildiğim için elimden geldiğince okunur hale getiriyorum, yoksa söylenen küfürler ve iğrençlikler bu kadarla da sınırlı değil.

Tabi bunun üzerine, ne yapalım diye avukat arkadaşlarıma sordum. Onlar yine gerginlik çıkmaması adına bir şey yapmamamı istediler, tabii ki ben kendileri ile aynı fikirde olmadım. Şube müdürüne tekrar bir mektup yazacağımı, altına imzamı atacağımı söyledim ve resmi yollardan kendisine APS ile yollayacağımı belirttim.

Tahmin ettiğiniz gibi mektubumu yazdım, gönderdim. Mektubun açılımı şu şekildeydi:
Devleti temsil ettiği için hitapta saygısızlık yapmadım, müdür bey diye hitap ettim. Beni tanıyan insanlara, Sedat PEKER sizi düzüyor mu? diye soruyormuşsunuz dedim, sizi böyle bir düşünceye neyin sevk ettiğini bilmiyorum ancak, bildiğim tek şey, kişinin karşısındakini kendi gibi bildiğidir dedim, bizim arkadaşlarımızla birbirimizi sevmemiz için bahsettiğiniz şeyi yapmamıza gerek yok, ancak sorduğunuz sorudan anladığıma göre sizin arkadaşlarınızla birbirinizi sevebilmeniz için bahsettiğiniz şeyi galiba yapıyorsunuz dedim.

 Mektubu yolladıktan sonraki günlerde zaten mahkememiz vardı. Avukatlarım bu yazdığım mektubun davayla bir ilgisi yok mahkemede bunları anlatma dediler. Ben düşüneceğimi mahkemede son kararımı vereceğimi söyledim. Mahkemeye çıktığımızda farklı bir savunma yapacağımı bu dosyanın dışında farklı şeyler de anlatacağımı bu şekilde de olayların daha iyi anlaşılacağını mahkeme başkanına arz ettim.

Yapmış olduğum savunmayı da size kısaca anlatmak isterim. Mahkeme başkanına; efendim ben henüz çocukken, büyüyünce ne olacağımla ilgili karar vermem için öğretmenim tarafından ödev verildi. Bu ödev sadece bana değil, öğretmen tarafından bütün sınıfa verilmişti. Zannederim ki bu ödevin amacı küçük yaşlarda babamızla bu konuları konuşarak sorumluluk sahibi olmamız içindi.

Maalesef o gün babam biraz içkiliydi. Kendisine ödevimi söyleyerek, bunu sizinle tartışmamız gerekiyormuş dedim. Kendisinin bana cevabı çok kısa olmuştu. Oğlum, büyüyünce sadece ve sadece kaliteli adam ol demişti. Dolayısıyla babamla herhangi bir tartışma yapamamıştık. Daha sonra mahkeme heyetine dönerek, yaşanılan olayları anlattım ve şube müdürüne yazdığım mektubu da söyledim. Daha sonra söylediğim söz ise; babamın o zaman söylediğini tam anlayamamıştım ancak şimdi görüyorum ki insan devlet görevlisi de olabiliyormuş ama kaliteli olmayınca maalesef ortaya bu durum çıkıyor ve takıldığımı hatırlıyorum devamlı aynı kelimeyi söylüyordum gözetim altına aldığı insanlara bu şekilde davranan insan kalitesiz insandır diyordum. Samimiyetime lütfen inanın ki; kaç kere tekrar ettiğimi hatırlamıyorum. Hatırladığım tek şey belli bir zaman geçince mahkeme başkanının "Konuyu değiştirin" sözü oldu.

Tabi tahliye edilmeyip cezaevine geldiğimizde avukat arkadaşlarla konuşurken, bir tanesi bana bu yaptıklarının tahliye olman için sana hiçbir faydası yok, sadece zararı var biliyorsun değil mi deyince, kendisine verdiğim cevap şu yönde olmuştu. Belki bedenimin özgür olmasına faydası yok, hatta zararı bile vardır, ancak şunu unutmamalı ki ruhumun özgür olmasını sağlıyor. Benim için ise gerçek özgürlük ruhumun özgürlüğüdür dedim.

Bundan sonraki gelişmeleri az da olsa tahmin etmişsinizdir. Sizin Youtube'de benle ilgili ne yazdıklarını görerek sinirlendiğinizi bilmiyorum ancak şuna lütfen inanın ki kalitesiz adam olabilmek için her şeyi yaptılar. Bu söylediklerimden aklınıza sakın ola bütün polisler hakkında böyle düşündüğüm gelmesin. Ben bu teşkilattan öyle insanların isimlerini, icraatlarını duydum ki, o insanlara sadece hürmet eder, isimleri geçtiğinde bile saygı gösteririm. Benim bu anlatmış olduklarım sadece 3-5 kişiyle sınırlı şeylerdir. Tekrar söylüyorum, asla tüm polisler hakkında bu şekilde düşünmeyelim.


Bizim olayımızla ilgisi olmayan, başka suçlardan, başka konulardan gözaltına alınan kişilerle, daha doğrusu bu kişilerin yanında benle ilgili muhabbet yapıyorlarmış. Konuştukları şeyler öğrenebildiğim kadarıyla şunlardı.Benim annemin aslında eski bir hayat kadını olduğu, hatta çok eski kaydı bile varmış. Başka suçluların yanında konuşurken ise ablalarım hakkında bu söyleniyormuş, başka grubun tahkikatını yapıyorken onların duyabileceği şekilde, kendi aralarında şu şekilde konuşuyorlarmış. Benim babam vefat etmeden önce cezaevine silahtan, orman suçundan değil ufak bir erkek çocuğuna tecavüz etmek suçundan girdiğini söylüyorlarmış. Benle ilgili ise neler söylediklerini inanın tahmin bile edemezsiniz. Benim erkeklerle kasetlerim varmış. Bunlar yakında yayınlanacakmış gibi şeyler söylüyorlarmış. Şu anda birçoğunuzun kanının çekildiğini hissedebiliyorum. İnanın ki benim şuan kanım çekilmiyor, çünkü sinir yapımı o kadar kötü şeylere göre ayarladım ki bu yaptıkları sinirlerimi yerinden oynatamıyor bile.

Düşünüyorum, tekrar düşünüyorum. Bu konuşmaları, şubenin içinde kendi aralarında yaparken orada bulunan suçlulara duyurmalarının sebebi, acaba orda bulunanlar bunlara inanır da bunları sağda solda insanlara anlatır, bu sayede de ben ve ailem hakkında da dedikodu çıkarmak mı, inanın anlayamadım.

Bu konuşmaları duymaları için yanlarında yapılan insanların tepkisi ise bu basit çakallığı yapanlara sadece küfür etmek olmuş.

Bu insanlar benim hakkımda bunları söylerken ben ne yapayım ben de onların analarına, bacılarına laf mı söyleyeyim? (eğer böyle yaparsam bu sadece kendimi inkar etmem olur) Benim için, çocuğuna bakabilmek adına hayat kadınlığı yapan anneler bile kutsaldır. Şimdi ben onların anasına, bacısına nasıl laf söyleyeyim?

Herkesin annesi, ablası mutlaka çok iyidir. Ancak Allah biliyor ya benim annem de, ablalarım da çok iyidir, inançlı, iyiliksever, hayatları boyunca dedikodu yapıp kimseyi birbirine düşürmemiş kimselerdir. Bunu sadece ben değil, bütün herkes söylüyor. Ölmüş babam için cezaevinde ufak erkek çocuğuna tecavüz etmekten yattı, diyen insan acaba nasıl bir insandır ve bunları söyleyen insanlar, kendilerini inançlı kimse olarak görüyorlar. Bu yaptıklarının adına da ilmi siyaset diyorlar, bizim dinimizde yeri varmış. Karaktersizliğin adı ne zamandır ilmi siyaset oldu? Bu insanlar acaba nasıl polis oldu? İnanın şaşkın bir vaziyette seyrediyorum, yani bu kadar kalitesizce lafları dünyanın en onursuz insanı bile ağzına almaz. (ama maalesef ki bunları devletin polisi söylüyor)

Gerçi Allah var son bir senedir böyle şeyler duymadım. Belki de tanıdıklarım benim sinirlendiğimi düşünüp bana söylemekten vazgeçtiler. Bunu da bilmiyorum.

Okumuş olduğum tüm psikoloji kitapları şöyle diyordu; gizli eşcinsel dürtüleri olanlar, bu duygularını zorla baskı altında tutanlar, karşılarında ki insanları aşağılamak için bu şekilde yakıştırmalar yaparmış. Yani babam hakkında, benim hakkımda söyledikleri gibi. Ancak baskı altında tutuldukları gizli eşcinsellik duyguları mutlaka baskıdan belli zaman sonra kurtulup açığa çıkarmış, bu söylemiş olduğum şey bilimsel bir tespittir. Onları aşağılamak için söylemiyorum, çünkü hasta insanlarla dalga geçilmez, biz böyle öğrendik. Kendilerine söyleyeceğim tek söz rahmetli babam ve şahsım hakkında söyledikleri kendilerinin gizli eşcinsel olduklarının göstergesidir, en kısa sürede bir doktora gidip, tedavi olsunlar.

Youtube’de hakkımdaki küfürlü şeyler, bu yazdıklarım ağır mı bilmiyorum, ancak bu konuyla ilgilide bildiğim bir şey var, bir kardeşimiz o klipleri hazırlayanlara çok ağır küfürler ediyor, klipleri hazırlayan kişi ise küfür eden arkadaşımıza kullanıcı adıyla değil kendi adıyla hitap ediyor. O arkadaşımızın ismini sadece sitede ki yöneticiler bilmekte. O klipleri hazırlayan yönetici arkadaşımız olmadığına göre ortada tek şık kalıyor, o bilgiye sahip olabilecek kişiler, yani polisler. Ülkenin her yerinde suç patlamış oysa bizim polisler benim hakkımda küfürlü klip hazırlatıyor. Ancak rahat olsunlar, ne yaparlarsa yapsınlar, benim devlete olan sevgimi dolayısı ile de arkadaşlarımın sevgisini azaltamayacaklar. Çünkü biz bu devletin gerçek sahibiyiz, rütbe alabilmek için torpil yapsın diye Diyarbakır’lı uyuşturucu kaçakçılarının peşinden koşanlardan asla değiliz.

Olayları bu kadar detaylı anlatmamın sebebi, sizin üzülmenizi engelleyebilmek içindi. Mektuplarınızda sizin üzgün olduğunuzu görünce inanın ben üzüldüm. Lütfen üzülmeyin, gördüğünüz gibi ben çok iyiyim ve çok rahatım. Ben kendimi o kadar kötülerine hazırladım ki bu yaptıkları benim için sadece komedi gibi kalıyor.

Unutmadan bir şey daha söyleyeyim; bu görevliler bir şey daha yapıyorlar. Sokaklarda gezen bir iki tane kalitesiz gurup bulmuşlar, argo tabiriyle onlara yol verip dokunmuyorlar, tabi bu şahıslara da benim gıyabımda ileri geri sözler söylemelerini tembih ediyorlar. Dolayısı ile bu konuşmalar benim kulağıma geldiği için eğer tahliye olursam bu şahıslara bir şeyler yapacağımı söylüyorlar.


Allah aşkına dışardan bakıldığı zaman ben gerçekten bu kadar geri zekalı gibi mi gözüküyorum? Bir türlü anlayamadım, yahu ben bu kadar basit oyunlara düşer miyim? Ya da siz nasıl bu kadar aptal oluyorsunuz? Yani sizin yapıp, yapabileceğiniz bu mu? Yazıklar olsun size ya, yazıklar olsun!!!

Senelerdir, Ermenilerin sitelerinde, bir de Kürtçülerin sitelerinde benimle ilgili kötü şeyler yayınlanırdı. Kendileri beni düşman gibi görüyorlar, bu yüzden normaldir. Avrupa’da çıkardıkları gazetelerde de hakkımda birçok kötü şey yazıyorlar ancak size yemin ediyorum, o Ermeni ve Kürtçü internet siteleri bile Ayhan Buran (organize şube müdürü) ve arkadaşlarının ilmi siyaset diye yorumlayıp şahsım ve ailem hakkında yaptıkları iğrençlikler kadar kalitesizlik yapmadılar.

Bu mektubuma elimden geldiğince kişisel yorumlarımı katmamaya çalıştım. Anlatmış olduğum her şeyi ise kanıtlayabilecek durumdayım. Bir tarafta kendini devlet görevlisi zanneden kişilerin davranış şekilleri ve hitap biçimi, diğer tarafta da onların organize suç lideri olduğu iddiasıyla suçladığı bir kişi, yani ben… Yaşanan tüm bu olayları sizlerin şahitliğinde Yüce Allah’a havale ediyorum.

Satırlarıma son vermeden önce de sizi ve tüm sevdiklerinizi Yüce Allah’a emanet ediyor, ayrıca var olan onur ve şerefinizin çoğalarak devam ettirmesini Yüce Yaratıcıdan diliyorum.

SEDAT PEKER

 
  Heute waren schon 1 Besucher (2 Hits) hier!  
 
Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden